Haksız rekabet oldukça sık, hatta yerli yersiz kullanılan bir kavram. Bazısı iş hayatında her canı sıkıldığında haksız rekabet diye çığırıyor, sapla samanı karıştırıyor. Buna karşılık hukuk devletinin ve ekonomi kurumlarının tam olarak oturmadığı ülkemizde oyunun kuralları gerçekten de sık sık ihlal ediliyor.
Endüstriyel reklamcılık da haksız rekabetten muzdarip olan, en azından bunu sık sık dillendiren sektörler arasında yer almakta. Nitekim köşemize de haksız rekabet diyerek başlamış, rekabet yasaklarına ilişkin bir dizi yazıyla devam etmiştik. Şimdi geldi sıra dikkatimizi ithalata döndürmeye. Zira ithal edilen ürünlerin fiyatları nedeniyle rekabet edemediğini söyleyen nice imalatçımız var.
İthalatta Haksız Rekabet Nedir?
Kısaca hatırlatalım: Rakipler arasındaki veya tedarik edenlerle müşteriler arasındaki ilişkileri etkileyen aldatıcı veya dürüstlük kuralına aykırı diğer davranışlar haksız rekabet olarak kabul ediliyor.
Türk Ticaret Kanunu haksız rekabet oluşturan başlıca hallere yer veriyor ve haksız rekabete maruz kalan işletmelere hem dava açma hem de suç duyurusunda bulunma hakkı tanıyor. Türk Ticaret Kanunu’nda tanımlandığı ve düzenlendiği haliyle haksız rekabetin ihracatçı ya da ithalatçı şirketler tarafından, dolayısıyla “ithalatta” meydana gelmesi pekala mümkün.
Ancak ithalatta haksız rekabet teriminin daha spesifik bir anlamı da var. Merkezinde Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) yer aldığı ve ülkemizin de mensubu bulunduğu çok taraflı ticaret sistemi çerçevesinde damping ve hakız rekabet terimleri birbirleriyle örtüşüyor.
DTÖ mevzuat kapsamında bir şirketin bir malı kendi piyasasına sürdüğü fiyattan daha düşük bir fiyata ihraç ettiğinin, yani damping yaptığının ve bu nedenle ithalatçı ülkenin yerli üretim dalının maddi zarara uğradığının şikayet üzerine veya re’sen açılan bir soruşturma sonucunda ortaya çıkartılması durumunda ithalatçı ülkeye dampinge karşı bir gümrük vergisi (dampinge karşı vergi) koyma hakkı tanıyor. Bu uygulamaya kısaca anti-damping deniliyor.
İthalatta haksız rekabetle ilgili bir diğer düzenleme olan DTÖ Sübvansiyonlar ve Telafi Edici Önlemler Anlaşması ise hükümetlerin ihracatçı şirketlere maliyetlerini düşürerek fiyatlarını kırmalarını sağlayacak teşvikler vermesi durumunda devreye giriyor. Başlı başına bir konu olan sübvansiyonları bir kenara bırakıp ana hatlarıyla dampinge bakalım isterseniz.
Damping Nasıl Hesaplanır?
Günlük hayatta “büyük indirim” anlamında kullandığımız dampingin dünya ticaret hukuku dahilinde saptanması pek kolay değil; çünkü “Neye göre damping?” sorusuna yanıt verilmesi, bu amaçla iki ayrı nirengi noktasının tespit edilmesini gerektiriyor.
Bunlardan birincisi benzer mal, yani dampinge konu olduğu iddia edilen ihraç ürünü veya şikayete konu ürün ile aynı özellikleri taşıyan ve ihracatçı veya menşe ülkede tüketilmekte olan malın tespidi. Böyle bir malın bulunamaması durumunda aynı değil, benzer özelliklerle yetiniliyor.
İkincisi ise benzer mal için normal değerin bulunması. Normal değer benzer mal için normal ticari işlemler sonucunda fiilen ödenmiş olan veya ödenmesi gereken karşılaştırılabilir fiyat anlamına geliyor. İhracatçı veya menşe ülkenin iç piyasasında normal ticari işlemler çerçevesinde satış olmaması veya bu satışların bir karşılaştırma yapılmasına olanak vermemesi durumunda normal değerin “oluşturulması”, yani başka veriler kullanılarak hesaplanması yöntemine başvuruluyor. Bu amaçla benzer malın üçüncü bir ülkeye ihraç fiyatı ya da menşe ülkedeki üretim maliyetlerine makul bir kar marjı eklenerek elde edilen tutar esas alınabiliyor. Menşe ülkenin Çin gibi piyasa ekonomisi uygulanmayan bir ülke olması durumunda üretim maliyetleri için üçüncü bir ülke emsal olarak alınıyor.
Normal değer ile ihraç fiyatının karşılaştırılması sonucunda damping tutarı ve damping marjı saptanıyor. DTÖ bu karşılaştırmanın adilane bir şekilde gerçekleştirilmesi için normalde fabrika çıkış aşamasında olmak üzere aynı ticari aşamada yapılmasını şart koşuyor.
Maddi Zarar Nasıl Saptanır?
Dampingin saptanması karşı önlem alınması için tek başına yeterli değil. Yerli üretim dalının damping nedeniyle maddi zarar gördüğünün kanıtlanması da gerekiyor. Zaten aksi taktirde tüketicilere fayda sağlayan bir fiyat indirimini önlemenin hukuksal veya ekonomik açıdan mantığı kalmıyor.
DTÖ’ye göre maddi zarar yerli üretim dalının maruz kaldığı fiili zararın yanı sıra zarar tehdidi ve hatta yerli üretim dalının kurulmasının fiziki olarak gecikmesini de kapsıyor. Burada öncelikle yerli üretim dalının belirlenmesi gerekiyor. Sadece benzer malın üreticisi olan, ihracatçı veya ithalatçılarla bağlantılı olmayan ve ana faaliyet olarak bizzat ithalat yapmayan teşebbüsler yerli üretici olarak kabul ediliyor.
Maddi zararın saptanması için dampingli ithalatın hacim ve fiyat etkilerinin yerli üretime yansımasının nesnel bir şekilde incelenmesi gerekiyor. Bu çerçevede iç piyasada fiyat kırılması, fiyat baskısı veya fiyat artışlarının engellenmesinin söz konusu olup olmadığı saptanması gereken ilk husus. Eğer yanıt olumluysa yerli üretim dalının ekonomik göstergelerinde buna bağlı olarak bozulma gerçekleşip gerçekleşmediğine bakılıyor.
Maddi zarar var diyelim, sıra geliyor damping ile arasında bulunan nedensellik veya eski deyimle illiyet bağının ortaya konulmasına. Yerli üretim dalına zarar vermesi muhtemel diğer etken ve gelişmeler masaya yatırılıp bunların yol açtığı zararın dampingli ithalata atfedilmesinin önü alınıyor. Dampingli olmayan ithal ürünlerin hacim ve fiyatları bu çerçevede akla gelen ilk husus. Talebin azalması, tüketici tercihlerinde görülen değişiklikler, teknolojik gelişmeler, yerli üreticilerin iç piyasada rekabeti kısıtlayan davranışları ve ihracat performansları gibi diğer olası etken ve gelişmelerin arasında.
Dampinge Karşı Vergiler
Damping saptandı, maddi zarar tespit edildi ve nedensellik bağı kuruldu. Bu durumda sıra geliyor dampinge karşı vergi koymaya. Verginin damping marjını giderecek kadar olması esas. Bununla birlikte dampingli ithalat nedeniyle meydana gelen zararın daha az bir tutar veya oranda vergi konulmasıyla telafisi mümkünse bu tutar veya oran kadar vergi ihdas ediliyor.
Dampinge karşı vergilerin yürürlük süresi en fazla beş yıl ile sınırlı. Uygulamanın son yılında başvuru üzerine veya re’sen bir nihai gözden geçirme soruşturması açılarak önlemin sona ermesi ile dampingin ve zararın devam edeceği veya yeniden meydana geleceğinin saptanması halinde durum değişiyor ve bu süre uzatılabiliyor.
Ülkemizde ithalatta haksız rekabetin önlenmesine ilişkin çalışmalar hali hazırda Ticaret Bakanlığı bünyesinde bulunan İthalat Genel Müdürlüğü tarafından yürütülüyor, hem de oldukça aktif bir şekilde. Dolayısıyla ithalattan zarar gördüğünü düşünen yerli üreticilerimizin Genel Müdürlük ile temasa geçmeleri büyük önem arz ediyor.
ARED Perspektif / Kasım 2020